GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE
Erdem Talaş
talaserdem@gmail.com -Bir türlü göremediğimiz ve böyle giderse göremeyeceğimiz hudutsuz ve bir o kadar da önemsiz şey, şüphesiz bugünkü dünyadır..
‘’Peki, ne zaman göreceğiz biz bu dünyayı?’’ sorularını hiçbir zaman duymadık milletimizde. Çünkü dört duvar arasında, hatta tellerle örülü olan bu sistemin getirdiği ‘özgürlük’ şiarı, bizce ve uyutulan bütün toplumlarca kabul gördü ve söylevlerine boyun eğildi. Öyle ki, bir akvaryum içerisine atılmış balıklar gibi olmuşuz. Dışarıya etki yok ancak, dışarıdan verilen bütün yemler bir güzel yeniliyor. Ve bu balık tasvirini toplumsal zekamızla da kıyaslayabilirsiniz. Önemli olayları çabuk unutma faaliyetleriyle o kadar haşır neşir olmuşuz ki, ‘’dün nedir?’’ diye sorulsa birine, bize Darwin Teorisi’ni anlatacak. Ve utanmadan kabul ettiği bir değermiş gibi yapacak bunu. ’’Maymundan gelme maymun!’’ demek geliyor içimizden de edep ve ahlakımızı ‘maymunlaştıramadıklarından’ bunu demiyoruz…
Oysa, İslam’ın hakim olduğu dünyayı, bu ‘gösterilmeyen dünyanın sahipleri’ çok iyi bilirler. Bundandır karın ağrıları ve korkuları! Bir yemin etmişler ki, tüm geçmişi bize unutturacak ve kendi istediklerini öğrenmemizi sağlayacaklar .Bakın ne kadar da başarılılar:
Üzerimizdeki kazağın üstünde isimleri, giyindiğimiz ayakkabının üstünde ibadet yerleri, aldığımız bütün eşyaların içinde faiz ve bir nefes gibi ihtiyaç haline getirdikleri bankaları… Bakın onların teşkilatları kurulduğu ilk günden itibaren tüm bankaları almak için çabaladı. Siyaset oyunlarında parayı ön plana almayı çok istiyorlardı. Nitekim başardılar da; üstelik artık kimseden zorla para almıyorlar, herkes onlara gidiyor. Aslında hepimizi hırsımızla köle durumuna getirmişler. Resmen özgürlüğün kölesi durumundayız. Bankalara fazlasıyla diğer adı faizle her ay hem de hiç aksatmadan haracımızı ödüyor ve hayatımıza devam ediyoruz. Kredi kartlarının ve sahiplerinin hatta bu sistemin devamı için köle olmuşuz. Çevremizdeki insanlarla iletişimimizi giyim-kuşam ile ‘’benim yaşantım daha lüks’’ ile kuruyoruz. Kapitalist sistemi de coğrafyamıza bu şekilde sokuyoruz işte. Bir heyecana kapılmışız gidiyoruz resmen…
‘’Yahu biz ne zaman bu hale geldik?’’ çevresinde. Bizim toplumumuz ancak kendi içerisinde ‘’gerici veya aydın’’ oluyor ‘bizce’. Oysa Batı’nın kendisine bu soruyu sorduğu tarih Rönesans’tır. Rönesans onların kendilerini tanımaları için büyük bir ön sözdür. İşte bu yüzden onlar dünlerini bilmiyorlar, daha doğrusu bilmek istemiyorlar. Ama bir projeleri var ki, tarihiyle övünmesi gereken toplumların da unutmasını istiyorlar, dününü. Ne yazık ki, biz de onlara uyuyor ve tarihimizi bilmiyoruz. Tam da söylediğim gibi bu yüce tarihi bilmiyoruz!
Onlar birbirleriyle konuşmayı, iletişimle gelişmeyi seçtiler ve konu düşmanlarına karşı bir hareket olduğunda en azılı düşmanlar bile barıştı.
Biz ise onların bize gönderdikleri ‘’üstünde dene bakalım’’ dediği ne varsa aldık ve onların bize verdikleriyle gösterişi seçtik.
Geçmişimiz; Doğu coğrafyasında doğan en büyük güneş, Allah’ın verdiği akıl nimetini tüm faktörleriyle kullanan ve merhamet denilen bu üç hecelik şiarı sonuna kadar uygulayan bir toplum.Tüm insanlık için çalışan ve kardeşi için ölmeyi seçen bir devrimin en büyük ayak izleri.İslam güneşi tüm dünyaya hakim…
Günümüz; Batı coğrafyasında batan en büyük güneş, ancak Allah’a iman etmemelerinden kaynaklı ruhsuz akıl yani kuru akıl nimetini sonuna kadar kullanan ve yalnız kendisi için değil, ‘’sözde’’ tüm insanlık için çalışan gösterişin medeniyeti (!)
İman etmemesine rağmen bir toplum neden iman eden toplum için çalışsın?
Cevap: Eğer dünyaya hakim olmak istiyorsan, tüm insanlığı sevsen de sevmesen de kendine benzetmen ve kendine benzetebilmen için de kendisine hizmet ediyor gibi gözükmen gerekir…
Hiç kimse unutmasın ki, İslam’ın dünya üzerindeki hakimiyetinin azalmaya başlaması, gururunu ve nefsini en çok yücelttiği zamandır. Hani diyor ya şair: ‘’ Bize ne olduysa azar azar oldu, Cumamız Pazar oldu! ’’ diye. İşte azar azar gösterişlendik, böbürlendik, dünyaya açılıp Allah’a kapandık.Sonra ne mi oldu? Kafasını bu lanet devrimin içine sokmuş bir balık ve bu devrim sona ererse, yani dışarıya çıkarsa, boğulacağını sanan bir toplum.