KUR’AN’A ve ALLAH’A MUHATAP OLMAK…
Kur’an’ın ilk ve öncelikli muhatabı Allah’ın Elçisi Hz. Muhammed Mustafa’dır (sav) ve bu sebeple Hz. Muhammed Mustafa (sav) kendisine vahiyle gelen mesajları en fazla önemseyen, ciddiye alan, en fazla değer veren kişidir.
Prof.Dr.Berhan Yılmaz
-Öte yandan Kur’an’ın muhatapları bütün insanlar ve doğal olarak Müslümanlardır. Kur’an’ın muhatabı bir ırk, bir millet, bir sınıf, bir zümre değildir.
Allah’ın elçisi Kur’an’ın muhatabı olarak yalnızca kendisini görmemiş, bu amaçla özel bir sınıf oluşturmamış, herkesin Kur’an’ı özümseyerek yaşaması için çalışmış, çabalamıştır.
Allah Kur’an’ı hepimiz için, hepimizin anlayıp yaşaması için, her yarattığı kulu ayrı ayrı muhatap alarak göndermiştir.
Şimdi sormak gerek; Yüce Allah her birimizi birey olarak muhatap almasına, bize şah damarımızdan daha yakın olmasına, bizi anlamasına, onunla bir araya gelmek istediğimiz, konuşmak istediğimiz, derdimizi dökmek istediğimiz her an bizi dinlemesine, yanımızda olmasına rağmen bizim bu muhataplığı reddederek başkalarını araya koymamız ne anlama gelmektedir?
Kur’an’ın ana mesajı; İslam’ın temel ilkesi olan ve Allah’ın bizleri İslâm adına muhatap alması için tek şart “Allah’tan başka ilah kabul etmemektir.
Bu ilkeyi kabul edenler hiç kimseyi, hiçbir şeyi putlaştırmayacaklarına, Allah’a ait olan nitelikleri, Allah’tan başkasına atfetmeyeceklerine, insanların uydurduğu hükümlere inanmayacaklarına, uymayacaklarına ve uygulamayacaklarına söz vermişlerdir.
İnananların Allah’ın hükümlerine bağlı kalmaları şartıyla Allah’ın daima yanlarında yer alacağına olan inançları tamdır. İslâm’ın ilk döneminde namaz, oruç ile ilgili ayetler inmemiş, içki, kumar, kadınların giyimi ile ilgili yasaklar konmamış, farzlar, haramlar, helaller ile ilgili emirler ve yasaklar henüz bilinmiyorken ilk Müslümanlar, tam da bu sebeple, takdir edilecek İslami bilince, inanca, ahlâka ve Allah’a bağlılığa sahip idiler.
Onlar için İslâm; hiç kimseyi, hiçbir şeyi putlaştırmamak, Allah’tan başka hiç kimseye güvenmemek, bel bağlamamak, inanmamak, dua etmemek, Allah’ın emirlerine sorgusuz bağlanmak, kullardan gelen saçma sapan isteklere boyun eğmemek, birbirini dost ve kardeş bilmek, cana kıymamak, hırsızlık, haksızlık yapmamak, ezilenlere sahip çıkmak, hak ve adaletten sapmamak anlamına geliyordu.
Gelen vahiyleri tamamen Allah’ın söylediği ve istediği gibi anladıkları için aralarında ayrışmalar, hizipleşmeler, güç savaşları, teolojik tartışmalar yoktu. Çünkü onların derdi; insanca, onurluca, Rablerinin bildirdiği hakka uygun, imanlı, dürüst ve ahlâklı bir yaşam sürmek ve emrolundukları gibi dosdoğru olmaktı.
Günümüzde nafile ibadetlere, nafile namazlara, nafile oruçlara, umrelere, sünnet adı altında yapılanlara, binlerce hatim indirmelere, salavat getirmelere ve bunlarla birlikte Müslümanların haline bakınca Allah’ın muhatabı olmayı reddederek kulları kutsayan, kullara inanan, güvenen, her şeylerini kullara bağlayan, dünyevi güç ve para için savaşan Müslümanların düştükleri halin sebebini gayet iyi anlıyoruz.
Kur’an’ın ve Allah’ın muhatabı olarak, yalnızca din bilginlerini veya kendince kutsadığınız kişileri görmek, Kur’an’a yabancılaşmanın bir sonucudur. İnsanları Kur’an’dan uzak tutmak Allah’a ve Kur’an’a güvensizliktir. Allah ve Kur’an ile insanlar arasına duvar örenler ve bu duvarı kabullenenler Allah’ı karşısına almaktadır.
Bu konuda ne yapacağınıza, nasıl yapacağınıza, nasıl bir hayat süreceğinize dair karar sizindir.