YAVUZ SELİM DEMİRAĞ İLE ÇOK ÖZEL… ‘’Acı Patlıcanı Kırağı Çalmaz’’

(Güler yüzü ve çattığı kaşları ile karşıladı beni. Yıllar önce fikir babalarımdan biri olan Üstat, bana kızgındı… ‘’Gel bakalım Kaçak’’ dedi, oysa bir zamanlar lakabım ‘’Serçeydi’’ yani o kadar kaçmışım ki! Lakabımı bile kaçak ilan etmişti… Ve başladık röportaja. Onun gibi değerli insanlar hep taç takmalı, hep taht üzerinde durmalıydılar. Ama O’ sıradan bir hayatta, Ülkesine bağlı ve asla yılmayan bir gazeteci oldu. ‘’Ne yapayım tahtı, tacı, gösterişi’’ Yürek gerçek olacak yürek zengin olacak dedi… Ve röportaja başladık) ;

Yayın: 29 Ağustos 2020 - Cumartesi - Güncelleme: 29.08.2020 01:07:08
Editör -
Okuma Süresi: 15 dk.
Takip EtGoogle News

Özel Röpörtaj Serap Kaya

 (Güler yüzü ve çattığı kaşları ile karşıladı beni. Yıllar önce fikir babalarımdan biri olan Üstat, bana kızgındı…

‘’Gel bakalım Kaçak’’ dedi, oysa bir zamanlar lakabım ‘’Serçeydi’’ yani o kadar kaçmışım ki! Lakabımı bile kaçak ilan etmişti…  Ve başladık röportaja. Onun gibi değerli insanlar hep taç takmalı, hep taht üzerinde durmalıydılar.

Ama O’ sıradan bir hayatta, Ülkesine bağlı ve asla yılmayan bir gazeteci oldu. ‘’Ne yapayım tahtı, tacı, gösterişi’’ Yürek gerçek olacak yürek zengin olacak dedi… Ve röportaja başladık) ;

 

*Türkiye sizi  ‘’Gazeteci ve Yazar’’ Yavuz Selim Demirağ adı altında tanıdı. Peki, Yavuz Selim (gazeteci ve yazar) kimliği dışında nasıl biri?

Önce insanım tabi, sonra gazeteci. Normal hayatım içerisinde sevgili, eş, baba, yoldaş, gönüldaş…

Hayatın içindeki tüm gerçeklerin tam orta yerindeyim. Tembellik yaparım bazen, bazen çok çalışırım. Gece herkes uyurken ben okur ve yazarım. Belki de bu yüzden sabah erken kalkamam.

 

*Sizi en çok ne kızdırır ne mutlu eder?

Haksızlığa, hukuksuzluğa, yolsuzluğa, yoksulluğa kızarım. Özellikle çocuk suçlarına karşı duyarlıyım. Onların affı yoktur. Kadınlara uygulanan şiddet benim için en ağır suçtur. Beni ne mutlu eder? Bir kuşun kanadı, serçenin gagası, bir köpeğin patisi, kedinin bıyığı, balığın kılçığı, rakının tadı, sohbetin koyusu, bir de benim için yanan sigaramın dumanı…’ dedi ve (gözleri doldu…)

*En çok gitmek istediğiniz ülke hangisidir?

Japonya’ tabii! Ekonomi ve teknolojide dünya lideri. Özellikle daha anaokulunda çocuklara verdikleri eğitim… Japonlar, Çocuklarına Hiroşima’yı ve Nagazaki’yi gezdirir.

Onları hızlı trenlere bindirip, robotlarla çalışan dev fabrikaları götürürler. Yani bu teknoloji karşısında en iyisini yapmak için çabalayıp, güçlü ve çalışkan bireyler olsunlar diye.

Hiroşima ve Nagazaki’ye götürürler her zaman düşmanlara karşı birlik olmaları için.’’ İşte o zaman ülkemiz ayakta dimdik durur ve kimse yıkamaz’’ algısını çocuklara daha o yaşta verirler.

Atalarının izinden gitmeleri gerektiğini ve onların ülkeleri için nasıl mücadele ettiklerini kalplerine kazırlar.

Yani ideal eğitim, teknolojiye olan sorumluluk, barışa olan özlem ve ülkelerine olan sevdaları beni hep cezbetmiştir. Onurları ve gururları için gerekirse Harakiri yaparak, yani intihar ederek insanlığa örnek olurlar.

*Lakabınız var mı?

Olmaz mı, Anadolu’da bir özdeyiş vardır. ‘’Yiğit Namı İle Anılır’ ’diye. Gençlik ve çocukluk yıllarımda sağa sola kafa atardım, Taş Kafa’ derlerdi. Daha sonra Deli Ziya’ şu meşhur Gırgır Dergisinde olan.

Şimdilerde ise İnatçı Keçi’ diyorlar. Ama keçinin kıymetini bilmiyorlar. Keçi kimine göre uğursuz hayvan sayılır, ama insanlara ve sahiplerine en faydalı hayvandır aslında. Bir tutam ot için en sarp kayalara korkusuzca tırmanır, sütü ve kılı en yararlı hayvandır. Kendi yiyeceğini kendi bulur.

Sahibine bile bağımlı değildir. Ormanların yaban otlarını temizler ve doğanın dengesini sağlar. Gübresinden bahsetmiyorum bile.

*Romantik misiniz?

Elbette romantiğim. Romantizm olmasa realizm olmaz. Her canlının merhamet duygusu taşıdığına inanırım. Kimileri pinti, cimri olabilir ama merhamet insanlardan çok balıklarda, kuşlarda ve özellikle köpeklerde vardır. Benimde bütün negatif enerjimi attığım, bana her fırsatta sevgiyi, şefkati ve merhameti hatırlatan köpeğim Nefes’tir. Adını Nefes’ koyma nedenimiz ise benim ve ailemin nefes alışını sağlar.

*İlk aşkı tattınız mı? Anlatır mısınız? Ve aşk’ sizce nedir?

Âşık olmayan insan boş bir çuval gibidir. Saman balyasından farksız, boş bir çerçevedir.

Tabi ki ilk aşkımı yaşadım ve ömrümün sonuna kadar da unutamam. İlkokul yıllarına kadar gider. Ama o sızı hala dinmedi, tesadüfen karşılaşsam elim ayağım titrer, kalpten giderim herhâlde. Onu hiç unutmadım, unutmayacağımda.

Aşk bir insanın var olma, yaşama nedenidir bence… Ama maalesef bu devirde aşk hikâye, gençler bilmiyorlar gerçek sevenlerin değerini. Bu anne veya baba dahi olsa. Bizler biraz daha duyarlı, duygusaldık ama zamane gençleri biraz daha bencil ve duygulardan yoksun maalesef. Bir insanın kalbini, onu kırmanın acısını bizler yaşar ve nasıl gönül alsak diye düşünürdük fakat bu yeni nesil kalp kırıyor, onarmayı denemeden tekrar kırıyorlar. O yüzden çocuklarımıza önce insan olmayı, duygularını kaybetmemeleri gerektiğini öğretmeliyiz ve tabii gerçek aşkın değerini de…

Eğer bu devirde gerçek aşk karşılarına çıkarsa, onu asla bırakmasınlar. Koşup önünde diz çökmekten asla çekinmesinler, aşkı kaybetmemek için her şeyi göze alsınlar. Keşkeler, nedenler yakar, yıkar.  Çok sonra anlarsınız değerini ama geç olur.

*Hiç boşluğa düştüğünüz oluyor mu? En çok ne zaman?

Bütün varlıklar zaman zaman boşluğa düşebilirler. Yaşadıkları hayal kırıklıkları, iz bırakan travmalar boşluk yaratır.  Hele de fırtınalı bir aşk sonrası, derin bir ayrılık boşluk değil çukur gibidir. O çukur sizi yutar, boğulursunuz’ da sesiniz çıkmaz derin kuytularda.

*Yazmak ve Gazetecilik dışında neler yapıyorsunuz?

Hayatın içindeki tüm zorluklar ile itina ile mücadele ediyorum. Varlıklı bir aileden gelmeme rağmen kötü bir mirasyedi oldum. Proleter yaşamayı seviyorum. Siz bakmayın adımızın ünlü gazeteci falan olduğuna, günlük hayatın içinde halkımın arasındayım. Metroya, halk otobüsüne, minibüse binerim. Halkı gözlemlerim. Daha çok kahvehanelerde oturur, eşli pişti ve tavla oynarım. Yoksa bu Taş Kafa nasıl rahatlasın.(Güldü).

Ve okurum, gözlerimden yaş gelene kadar okurum. Tek sermayem demli çayım ve sigaram. Birde rakı balık olursa demeyin keyfime.

Sonra bana bir bakış atar;

- ( Ne de olsa senin gibi üstatlar okumaz yazar, okudun mu en son verdiğim romanı?)’ der ve eliyle beni göstererek seni seni yapar.

*Gazeteci olmasaydınız ne olmak isterdiniz?

Çocukluğumda pilot olmayı ya da ünlü bir futbolcu olmayı isterdim. Çocuk yaşta Kuleli Askeri Lisesine girdim. Hayatımın dönüm noktasıdır orası. Fakat Kara Harp Okulunda’ askerliğin karakterime uymadığını fark edince kendimi okuldan attırdım. Bir ara baba mesleği olan inşaat işine yönelip, başarılı bir inşaat mühendisi olmayı hedeflesem de siyasi ideallerimin heyecanına kapıldım. Gençlik yıllarımda başımda kavak yelleri eserken kendimi büyük bir şair zannediyordum. Fakat gerçekle yüzleştiğimde şair yerine, yazarlığı gazeteciliği tercih ettim.

Bedelini her türlü ödemeyi göze alarak, gazetecilikte kendime bir rota tutturduğuma inanıyorum. Ve son nefesime kadar da bu mesleği onurum ile yapmaya devam edeceğim. Çünkü Ülkeme ve Halkıma sevdalıyım.

*Yazarlık adına ilham aldığınız biri oldu mu?

Elbette oldu. Köy romanlarının en önemli yazarlarından Fakir Baykurt’un da yakın arkadaşı olan, ilkokul öğretmenim Ali Kemal Gözükara’ fikir babalarımdandır. Okumaya ve yazmaya O’ teşvik etti. İlkokulda hikâye ve kompozisyon yarışmalarında ödüller aldım.

Günün birinde öğretmenimin gün yüzüne çıkmamış romanlarını yeniden düzenleyerek yayınlayacağım. Ve bunu ona borç olarak bilirim. Balta, Bıldırcınlar, Paslı Kelepçe’ romanları eminim çok beğenilecektir. Ekmek kavgası ve 6 çocuğu ile hayat mücadelesi verirken, romanlarını çıkarmaya hem vakit bulamadı hem de sağlam bir yayınevi, güçlü bir reklam ve iyi bir editör için sermaye gerekti. Çoğu yazarda böylece yaşayamadan kayboluyor işte. Fakir Baykurt, Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir çok daha şanslıydılar ve yaşadılar.  Bende onu yaşatacağım…

*Bir söyleşinizde ‘’Acı Patlıcanı Kırağı Çalmaz’’ demiştiniz? O kadar acı mısınız?

Yine Anadolu’muzun anlam yüklü bir özdeyişidir. Acı Patlıcanı Kırağı Çalmaz’ sözü bu mesleği namusuyla ve layığıyla yapmaya çalışanların her türlü bedeli göze almaları gerektiğini anlatır. Gün gelir dayakta yersiniz, hatta Uğur Mumcu gibi bombayla havaya da uçurulursunuz.

Bedeniniz paramparça olup ölseniz bile ruhunuz ve mücadeleniz belki de yüzlerce yıl yaşar. Pir Sultan gibi. Bende meslek hayatımda yüze yakın dava ile yargılandım. Hapis cezaları aldım. Saldırıya da uğradım ama yılmadım, yazmaktan da vazgeçmedim. Bu yüzden Acı Patlıcan örneğini zaman zaman vermiş olabilirim.

*Bir oğlun birde kızın var ama kızına daha düşkünsün neden?

İyi bir eş olamadım. Belki iyi bir sevgilide fakat iyi bir baba olmanın duygusunu sonuna kadar yaşadım.  Ve kız çocuğu olmayanın babalığın tüm kurallarını yerine getiremeyeceğine inananlardanım. Hayatımda 3 kadından korktum. Annemi 5 yıl önce kaybettim, geriye 2 kalmıştı, ikiz kız kardeşim O’da çok uzaklarda olduğu için geriye bir tek kızım Aybüke’m kaldı. Patronum, annem, ablam ve kaynanamdır. Ve en önemlisi sevgilimdir. Onu ilk kucağıma aldığımda erkeklik gururum falan kalmamıştı, hıçkıra hıçkıra ağlamıştım.(ağladı).

*Siyaset ve gündemdeki olaylar dışında ne yazmak isterdiniz?

Nefesi’ köpeğimi yazmak isterdim… Yalnız kaldığım o gıcık boşluklarda onun patilerini yüzümde hisseder ve hep yüzümü yalarken bulurdum… Bana sanki ‘’üzülme’’ der’ gibi hep yanımdaydı.

Sadece Nefes’i değil, bugüne dek sahip olduğum köpişlerimide;  Alay, Sert, İtcan, Çamur, Aşk, Zilli, Paşa gibi birbirinden ayrı ırk ve çeşit köpeklerin özelliklerini, onlara olan duygularımı, beraber yaşadığımız anıları ‘’Nefes’e Mektuplar’’ adını vereceğim bir kitapta toplamak isterdim.

*Şuan en yakın Dostunuz, Arkadaşınız ve Canım dediğiniz(Canınız), Müyesser Yıldız’ cezaevinde, onunla ilgili söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?(Yine gözleri doldu, sesi titredi, Koca Çınar’ın)

Müyesser nesli tükenmiş Kel Aynak kuşları gibidir. Türkiye’de ve dünyada sayısı çok az bir gazetecidir. İnatçıdır. Haberin kokusunu alır, bizim mesleğin en önemli kriteri ‘’Fikr-î Takipte’’ bir numaradır. On yıl önceki olaylarda bugün ki gelişmeleri yorumlar. O da benim gibi inatçı bir keçidir.

Yılmaz, yorulmaz. Aylarca süren davaları yemeden içmeden, canlı duruşmalarda takip edip haberini yapar. Binlerce sayfalık belgeleri inceleyip, satır arasından en büyük haberi patlatır. Tehdide, baskıya boyun eğmez. Yazmazsa hastalanır, yazmazsa ölür O’. Yazdığı için 15. 5 ay hapis yattı, hem de tek kişilik hücrede. Hiç geri adım atmadı, hiç boyun eğmedi. Tahliye olmak, özgürlüğüne kavuşmak için kimseye yalvarmadı, hâkimlere savcılara kafa tuttu.

Müyesser’ anlatılmaz yaşanır. Huysuz Ablam yine başına iş aldı. Arı kovanına, haksızlığa, yolsuzluğa, hukuksuzluğa karşı çıkıp başını belaya soktu.

‘’Onun madalyasıdır hapis yatmak’’

*Öte yandan sizin öğrenciniz olduğunu bildiğimiz; Murat Ağırel’de, Silivri cezaevinde 6 aydır hapiste! Bunula ilgili konuşmak ister misiniz?

Murat’ı Yeniçağ Gazetesi’ne ben kazandırdım. Günlük yazı hayatına girmesinde önemli etkim olmuştur.

Yolsuzluk üzerine yaptığı araştırmalarla, kendisi cezaevindeyken (Yılın Gazetecisi Unvanını)kazandı. Murat yeni nesil gazeteciliğin vurguncusu olacak.

Uğur Mumcu’nun suikasta gitmesinin üzerinden 27 yıl geçti ama halen yaşıyor. Murat’ta yakında özgürlüğüne kavuşacak. Ama cezaevinden sivrilmiş, bileylenmiş olarak çıkacak.

(Cezaevi sorularından sonra, gözleri dolmuştu, O’nu güldürmek için; Korona koyar mı? Koymaz mı? Sorusunu O’na da soruverdim) İstediğim olmuştu kahkahasını attı ve röportajımıza devam ettik.)

 

*Korana ile ilgili çeşitli spekülasyon ve komple teorileri var, sizce bu virüs biyolojik bir silah mı? Yoksa uluslararası ilaç sektörünün para kazanma aracı mı?

Koyar, koymaz mı bu illet!  Senin de dediğin gibi çok çeşitli spekülasyon çeşitleri var 5 G’ den Bill Gates’in her insana çip takma projesi gibi, uluslar arası sermayenin ve küresel güçlerin bir takım planları ve oyunları mevcut.

Daha önce çıkarılan AIDS, Domuz Gribi, Sars gibi virüsler bugün dünya çapında salgın olarak Covid 19 adı ile tanımlanıyor ve insanlar bütün dünyada, tek bir devlet, tek bir vatandaş modeline zorlanıyor.(Senin Tanrılar Çıldırmış Olmalı’ yazındaki gibi)’diyor bana ve devam ediyor. Evet, çeşitli virüsler nükleer ve biyolojik savaşların yerini almıştır. Ve dünyada ilaç sektörü, silah sektörünün önüne geçmiştir.

Sadece Türkiye’mizin yıllık ilaç ithalatı 15 milyar doların üzerindedir. Trilyon dolarlara hükmeden ilaç şirketleri, korona virüsü sayesinde aşı geliştirme projelerinden trilyonlarına, yeni trilyonlar katma peşindedirler.

Henüz resmi olarak aşı bulunmadı, sadece denemeleri konuşulurken 1 doz aşının 45 ile 150 dolar arasında olacağı haberleri yayınlanıyor. Bunu dünya nüfusu ile karşılaştırmak lazım.

Türkiye 83 milyon nüfusa sahip, bu nüfusun yüzde kaçı bu aşıdan faydalanabilecek? Devlet imkânı ile kaç insan yararlanabilecek?

Ve bu arada bütün dünyayı etkileyen bu salgından korunabilmek için önlemlere uyalım. Maske ve sosyal mesafe konusunda asla taviz vermeyelim. Serap Kaya’nın da dediği gibi  ‘’Korona koyar mı? Koymaz mı?

Biz yine de tedbiri elden bırakmayalım, korananın koymaması için uğraşalım...’dedi ve röportajı bitirdik…

Ve sonrası hazırladığı güzel sofrasında, lezzetle yaptığı yemeğini tattık…

Teşekkürler Yavuz Selim Demirağ…

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

pub-1785681847249596 2497439732