Kadın Dayanışma Komiteleri: Kadınların tecride değil insanca yaşamaya ihtiyacı var

Türkiye Komünist Partisi tarafından mahallelerde dayanışmayı örmek için kurulan Kadın Dayanışma Komiteleri çalışmalarına devam ediyor. Komiteler adına Gülperi Putgül Köybaşı, İstanbul Sözleşmesi'nin feshi, cinsiyet eşitsizliği ve gericilikle mücadele üzerine açıklamalarda bulundu.

Yayın: 08 Nisan 2021 - Perşembe - Güncelleme: 08.04.2021 18:20:15
Editör -
Okuma Süresi: 18 dk.
Takip EtGoogle News

soL Haber Portalı'nda yayımlanan röportaj şu şekilde:

İstanbul Sözleşmesi'ni feshetmesini öngören Cumhurbaşkanı Kararı'nın ardından protesto eylemleriyle birlikte 57 KDK imzasıyla "Kadınların Kararları"nı açıklayan bir metni kamuoyunun gündemine sundunuz. Bu metin hangi ihtiyaç üzerinden ortaya çıktı?

İçinde yaşadığımız düzen, sömürüsüyle, ayrımcılığıyla, şiddetiyle kadınları köşeye sıkıştırmaya devam ediyor. Bunu yaparken kadınların yaşamlarını doğrudan ilgilendiren meselelerde kadınlar adına kararlar almaktan da geri durmuyor. Bir gün çocuk yaşta evliliklerin kapısı aralanıyor, bir başka gün kürtaj yasağının. Günde en az bir kadının katledildiği, binlercesinin şiddete maruz kaldığı ülkede yaşıyoruz, kadınlara yönelik şiddetle mücadele kapsamında imzalanmış olan İstanbul Sözleşmesi bir gece yarısı oldu bittiye getirilerek feshediliyor. Birilerinin elimizi kolumuzu zincirleyen bu gidişe dur demesi gerekiyordu, özellikle de en çok canı yananlar olarak kadınların. Bunu artık bir ihtiyacın da ötesinde, kaçınılmaz bir ayağa kalkış olarak görüyoruz.

Üzerine konuştuğumuz metin, taslak bir metin değil mi? Son haline ne zaman gelecek?

Evet, ilk adımda bir taslak metin hazırlamayı özellikle tercih ettik. Başka türlüsü Kadın Dayanışma Komiteleri’nin işleyişine de ruhuna da uygun olmazdı zaten. Sorunları nasıl ki tek tek bireylerin olarak görmüyorsak çözümü de kişilere devretmiyoruz. Gericilikten kadına yönelik şiddete, eğitim ve çalışma hakkından çocuk yaşta evliliklere, kendi yaşamımızı ilgilendiren her somut başlığı ele alıyor, birlikte düşünüyor ve tartışıyoruz. Tüm Kadın Dayanışma Komiteleri önümüzdeki iki hafta boyunca toplantılar düzenleyecek ve nihayetinde ortaklaşılmış kararlarla metne son hali verilmiş olacak. Bu arada yaygın bir biçimde mahallelerimizde, iş yerlerimizde, meydanlarda kararlarımızı anlatıyor, tüm kadınları KDK’larda örgütlenmeye davet ediyoruz.

Gericilikle mücadele en başa yazılmak zorunda

Gericiliğe karşı mücadele çağrısıyla başlıyorsunuz, neden gericilik ilk sıralarda kadınlar için? Maddeler arasında zorunlu din derslerinin kaldırılması ve İmam Hatiplerin kapatılması var örneğin, kadınların mücadelesiyle imam hatipleri neden karşı karşıya koyuyorsunuz?

Türkiye sadece AKP’li yıllarda değil öncesinde de gericiliğin pençesinde bir ülke oldu. Din, kadınların toplumsal yaşamın dışında tutulmasının en önemli araçlarından biriydi. AKP ile birlikte dinsel referanslarla yönetilen bir topluma dönüştük bu da en çok kadınların yaşamını etkiledi. Kadın din adına eve kapatıldı, eğitim alması, çalışması engellendi. Aile kutsal, “cennet annelerin ayaklarının altında” söylemleri güçlendi fakat aynı annelere bu dünyada din adına cehennem yaşatıldı, yaşatılıyor. Sokağa çıkmak istediği, çalışmak istediği ya da boşanmak istediği için… Kol kırılıyor, yen içinde kalıyor. Ve bunlar hep dinin öyle emrettiği iddiası ile yapılıyor. Ülkeyi yönetenler sadece atmış oldukları hukuki adımlarla değil kadını aşağılayan söylemleri ile de kadına yönelik baskı ve şiddeti toplumun algısında meşru hale getiriyor.

İmam hatiplerin yaygınlaştırılması ve zorunlu din dersleri ile daha eğitimin ilk aşamasında bu dinsel öğretiler çocukların zihinlerine işleniyor. Çocukların bilişsel-sosyal ve ruhsal gelişimi açısından çok önemli olan ilkokul yıllarına günahlarıyla, yasaklarıyla, kız-erkek ayrımlarıyla kabus gibi çöktüler. Özellikle yoksul kız çocukları eğitimden uzaklaştırıldı ya da cemaat ve tarikatların kucağına teslim edilmeye zorlandı. Toplumun ahlâk bekçiliğine soyunanlar tarafından oralarda taciz edildiler. İmamlara nikâh yetkisi verilmesi ile kız çocuklarının zorla evlendirilmesinin ve çocuk yaşta gebeliklerin önü açıldı. Çok uzattım, daha pek çok gerici uygulama sayabiliriz kadınları baskı altında tutan. Öte yandan sadece kadına yönelik ayrımcılığı ve şiddeti kolaylaştırmıyor gericilik, iktidarların ve patronların da işine geliyor. Öyle ya da böyle baskı altındaki insanın çok daha kolay yönetildiğini görüyorlar çünkü. Ucuza çalıştırmak da, işten atmak da kolaylaşıyor. O yüzden gericilikle mücadele sömürü düzeni ile mücadelenin ayrılmaz bir parçası olmak, kadınlar söz konusu olduğunda da en başa yazılmak zorunda.

Metinde dikkatimizi çeken maddelerden bir tanesi de sığınma evleri yerine dayanışma evleri önerisi. Sığınma evlerinin işe yaramadığına dair bir veri var mı elinizde?

Şiddetin böylesine can yakıcı olduğu ve bu düzen var olduğu sürece devam edeceği gerçeği karşımızda dururken “kadın sığınma evleri anlamsız” deyip geçemeyiz tabii ki. Tüm kısıtlılıklarına rağmen… Kadınları şiddetten koruyamadığımız bugünün dünyasında şiddetin kökünü kazıyacağımız günler için mücadeleyi yükseltirken bir yandan da güncel soruna müdahale etmemiz gerekiyor. Ancak bugün kadın sığınma evlerinin kadınları korumada nasıl bir işlevi olduğu sorusunu da sormak zorundayız. Öncelikle sığınma evlerinin sayılarının ve kapasitelerinin çok yetersiz olduğunu söyleyelim. Diyelim ki şiddete maruz kalıyorsunuz, şikayetçi oldunuz ve sığınma evi için başvurdunuz, yaşadığınız bölgede bir sığınma evine yerleşme olasılığınız çok düşük. Kadınlar çok kısa süreler bu evlerde kalabiliyor ve maalesef sonunda kaderine terk ediliyor. 10 yaşından büyük erkek çocukların yanlarında kalmasına izin verilmemesi, telefonlarına el konulması gibi oldukça sorunlu kurallar var. Sığınma evlerinde kadınların baskı ve kötü muamele gördüğüne dair örnekler de var. Kadınlar şiddetten korunmuş olmuyor, bir süreliğine toplumsal yaşamın uzağında tecrit edilmiş oluyor. Pek çok kadının sığınma evinden çıkıp şiddet gördüğü eve, üstelik sığınma evine gitmiş olmasının bedelini de ödeyecek olduğu eve geri döndüğünü, dönmek zorunda kaldığını biliyoruz. 

Kadınların tecride değil insanca yaşamaya ihtiyacı var. Acınarak, korunması gereken zavallı bir varlık muamelesi görmeye değil dayanışmaya, ruhsal açıdan desteklenmeye ve güçlenmeye ihtiyacı var. Çocuklarından ayırmadan, tanıdığı bildiği çevresinden koparılmadan yapılmalı tüm bunlar. Eğitim, meslek edinme kursları gibi yaşamının sonrası için elini güçlendirecek araçların sağlandığı, bu evlerden ayrıldıktan sonra da desteklenmeye devam edilebildikleri bir mekanizma kurulmalı. Tüm bunların var olan kaynaklarımızı doğru kullandığımızda mümkün olabileceğini biliyoruz. Kadın Dayanışma Komiteleri’nde bu olanakları yaratmanın yollarını arıyoruz.

"Şiddet uygulama eğiliminde olduğu saptanan kişiler bilimsel değerlendirmeler eşliğinde şiddet önleyici bir programa alınmalıdır" maddesi üzerinden devam edelim. Şiddetin bu şekilde önlenmesi mümkün mü?

Şiddetin bu şekilde önlenmesi, daha doğrusu şiddetin kapitalizm koşulları içinde herhangi bir yöntemle önlenmesi mümkün değil. Güçlü olanın güçsüz olana uyguladığı şiddet, sömürü düzeninin sürekliliği için kaçınılmaz olduğundan kısmen önüne geçilse bile yeniden üreyecektir. Şiddetle mücadele ancak ve ancak şiddeti var eden düzenle mücadele ile birlikte anlam kazanacaktır. Bunu en başa yazdıktan sonra bu maddeyi ele alabiliriz. 

Bu düzen kadına yönelik baskı ve şiddetle mücadele ederken bile az önce değindiğim gibi kadını tecrit ediyor. Sığınma evleriyle, adres ve kimlik değiştirme önermeleri ile…Şiddeti uygulayanın değil şiddete maruz kalanın sorgulandığı, eleştirildiği, utandırıldığı, suçlu htirildiği bir döngü var ortada. İşaret ettiğimiz biraz da bu aslında, şiddet gören yaşamdan koparılırken şiddet uygulayıcısı şiddeti yeniden uygulamaya hazır bir biçimde yaşamına kaldığı yerden devam ediyor. Tecrit edilmesi gereken şiddete maruz kalan değil, şiddeti uygulayandır. Buraya müdahale tek başına şiddeti önlemeyecektir ancak bilimin öncülüğünde planlı bir çalışmanın kesinlikle şiddet uygulayanın da yeniden topluma kazandırılması açısından iyileştirici etkisi olacaktır.

'Görünmez' dayatmalar açığa çıkmalı ve kadının özgürlüğünü kısıtlayan suçlar olarak ele alınmalı

Kadınların özgürlüklerini ve sosyal hayatlarını dini ve geleneksel dayatmalarla kısıtlayan her türlü eleştiri ve müdahale suç sayılmalıdır maddesini de biraz açar mısınız, ne gibi dayatmalardan bahsediyorsunuz burada?

Kadınların yaşamı toplum tarafından da kanıksanmış pek çok dayatma ile kısıtlanıyor. Dinsel ve geleneksel olarak kadına biçilmiş roller kadınlara sınırları keskin bir alan tarif ediyor. Az önce de biraz değindik “anne” ve “eş” rolü böyle bir dayatma örneğin. Bir kadının evlenmemiş ya da boşanmış olması psikolojik, sözlü ya da fiziksel şiddete maruziyetini kolaylaştırıyor. Kadınlara en az 3 çocuk sipariş eden gerici yönetimin iktidarında, aynı zamanda bir kadın işe başvururken medeni durumu ya da çocuk sahibi oluşu kriter olarak ele alınabiliyor. Kadınlarla çocuk yapmayacağına dair sözleşme yapan şirketler olduğunu ya da sırf kadın olduğu için alanında yükselmesinin engellendiğini biliyoruz. 

Bir kadın şiddete, tacize uğradığında hatta katledildiğinde bile toplum nezdinde ve devletin karakolunda, mahkemelerinde önce kadınların sorgulandığına sık sık tanık oluyoruz. “Bu adamla ne işi varmış, o saatte orada ne yapıyormuş, boşanmış kadın evinde otursaymış, mini etek giyerek tacize kendi davetiye çıkarmış, kız çocuğunu okutmak için şehir dışına yollarsan olacağı buymuş, gözü açılmadan kocasına teslim etmek gerekirmiş” vs… Gericiliğin hüküm sürdüğü bir toplumda kadın çalışıyorsa bile parasını harcaması izin dahilinde oluyor, ihtiyaçlarını dillendiremiyor, kendi bedeni hakkında söz sahibi olamıyor, kendi geleceği için hayal bile kuramıyor. Kadınların yaşamını baskılayan tüm bu “görünmez” dayatmalar açığa çıkarılmalı ve kadının özgürlüğünü kısıtlayan suçlar olarak ele alınmalıdır. 

Çalışma yaşamında kadın erkek eşitsizliğine dair pandemiyle birlikte veriler değişti mi? 

Pandemiden önce de kadınlar sıklıkla güvencesiz, sözleşmesiz işlerde istihdam ediliyordu. En az ücret verilen işlerin çoğunluğunda kadınlar çalışıyordu. Pandemi mevcut eşitsizliği iyice görünür hale getirdi. Bir kaç veri paylaşayım; pandemide erkek istihdamının yüzde 3,8’i risk altındayken kadınlarda bu oran yüzde 4,5. ABD’de pandeminin ilk 3 ayında işten çıkarılan erkek sayısı 9 milyon, kadın sayısı ise 11,5 milyon. İngiltere’de anneler babalara göre 1,5 kat fazla işten ayrılmak durumunda kalmış. Türkiye’de ise geniş tanımlı işsizlik oranı yüzde 35 iken pandemide bu oran yüzde 45’e yükselmiş. 

Kadınlar, pandemide yeni çalışma biçimi haline gelen “evden çalışma”dan en çok etkilenen grup. Evden çalışma demek, belirsiz çalışma süresi, artan iş yükü, artan masraflar ve tüm bu sorunlara karşı örgütlenmenin zorlaşması, yalnızlaşmak demek. Ayrıca pandemide aile bireylerinin daha çok evde vakit geçirmesinden kaynaklı ev içi iş yükü iki kat artmış durumda ve sıklıkla kadınların omuzlarında. Salgın boyunca okul ve kreşlerin kapalı olması nedeniyle çocukların eğitimi işi de yine en çok kadınlara kalmış durumda.

Sizin de bahsettiğiniz gibi ciddi bir işsizlik varken kreş gibi taleplerin gerçekleşmesi mümkün mü?

Neden olmasın, Türkiye, tüm taleplerimizin gerçekleşmesini mümkün kılabilecek kaynaklara sahip bir ülke. Mesele onların nasıl kullanıldığı. Aslında yasalar işyerlerinde ve mahallelerde kreşlerin hangi koşullarda kurulması gerektiği konusunda net. Mevcut yasalar uygulanmıyor, patronlar kreş açmaktansa yasayı delmenin getirdiği cezayı (çok daha ucuza mâl olduğu için) ödemeyi tercih ediyor. Belediyeler, halkın kaynaklarını birilerinin çıkarları için çarçur ediyor. İşlerine öyle geliyor ve kimsenin onlardan hesap sormayacağını bildikleri için bu kadar rahatlar. Tüm bunların denetlenmesi ve kaynakların halkın yararına kullanılması mümkün. Gözümüzün önünde Dersim Belediyesi var, borç içinde devraldığı belediyeden kısıtlı olanaklarla mucizeler yaratıyor. Aslında Dersim mucize değil, geri kalanı akıl dışı bir kabus. Bize düşen de bu kabustan uyanmak ve hakkımız olana sahip çıkmak. 

Ebeveynlikte adaletsizliğe de vurgu yapmışsınız, bu adaletsizlikte devletin rolünü nasıl tarif ediyorsunuz?

Öncelikle “ebeveynlik” dediğimizde algıladığımız şeyin, içinde yaşadığımız toplumsal düzenden bağımsız olmadığını hatırlatmak isterim. Ana-babanın çocuğun temel bakımı ve yetiştirilmesindeki işlevi, tarih boyunca toplum yapısına bağlı olarak farklılıklar gösterdi. Bugünün kapitalist dünyasında ebeveynlik, çocuk bakımının temel ve hatta tüm sorumluluğunu tek başına taşıma zorunluluğu demek. Oysa bir çocuğun fiziksel, bilişsel, ruhsal gelişimi için uygun koşulların sağlanması zahmetli ve önemli bir iş, sadece ana-babanın değil tüm toplumun sorumluluğunda olmalı. 

Az önce de bahsettiğimiz dinsel-geleneksel öğretiler, kadına biçilmiş toplumsal roller burada devreye giriyor. Devletin güvencesinde olması gereken çocuğun bakımı, sağlığı, güvenliği işi ebeveynlere ve geleneksel yapı içinde en çok annelere kalıyor. Böylelikle kapitalist düzen sürekliliğini sağlamak için gereksinimi olan genç işçilerin yetiştirilmesi işini de bedavaya getirmiş oluyor. Kadının temel görevi ev işleri ve çocuk bakımı olunca çalıştığı durumlarda dahi ucuza, yarı zamanlı, güvencesiz çalıştırılması kolaylaşıyor. Kadın evin geçimini sağlayıcı değil, geçimine yardımcı olan kişi olabiliyor en fazla. Devlet de tüm kurumları aracılığıyla bu işleyişi besliyor. Ücretsiz kreşlerin yokluğuna göz yumarak hatta özel kreşleri destekleyerek, babalık izinlerini göz ardı ederek, kadınların çalışma yaşamlarında maruz kaldıkları adaletsizlikleri denetimsiz bırakarak…En yakın örnek pandemi sürecinde yaşandı; kreş ve okulları bu kadar kolay gözden çıkaran siyasiler, kendi sorumlulukları olan çocukların eğitimi işini de kadınların üstüne yıktı. 

Uzaktan eğitimden kız çocukları daha az yararlanıyor

Kız çocuklarını okula göndermeyen ailelerle ilgili de bir madde var, buna dair yeni bir istatistik var mı elinizde?

Yoksullaşma ile birlikte elbette tüm çocuklar nitelikli bir eğitim hakkından mahrum kalıyor. Ancak bu durum, deminden beri konuştuğumuz nedenlerle kız çocuklarının çok daha fazla etkilenmesine yol açıyor. Zorunlu eğitim, kız çocuklarını okula göndermek istemeyen, okula gitmek yerine annesine yardımcı olması ya da erken yaşta evlenmesi gerektiğini düşünen ailelerin önünde önemli bir engeldi. Pandemi ile birlikte uzaktan eğitime geçiş bu önemli bariyeri ortadan kaldırmış oldu. Uzaktan eğitimden kız çocuklarının daha az yararlandığı, bilgisayar ya da internet erişiminde yaşanan sorunlarda evdeki erkek çocuklara öncelik verildiği, özellikle ergenlik dönemindeki kız çocuklarının evdeki kardeşlerin bakımını üstlendiğine yönelik veriler geliyor.

Pandemide eğitimden kopuş henüz net olarak ölçülememiş olsa da önceki salgın/kriz dönemleri ve son veriler göz önünde bulundurularak yapılan değerlendirmelerde özellikle toplumun yoksul kesimlerinin eğitimdeki eşitsizlikleri daha derinden yaşaması bekleniyor. Örneğin UNESCO, 2020 yılında yaklaşık 24 milyon öğrencinin eğitim hayatlarına geri dönmeme riski bulunduğunu açıkladı. En yüksek oranlar ise Güney ve Batı Asya ve Sahra altı Afrika’da. BM ise salgın nedeniyle okullarının kapatılmasının on yıl içinde çocuk yaşta evliliklere 13 milyon kız çocuğunun eklenmesine yol açabileceğini duyurmuştu. Türkiye’de de kız çocuklarının eğitimden uzak kalması ve erken yaşta evlilikler açısından benzer sonuçlar bekleniyor.

Teşekkür ederiz bu bilgilendirme için. Peki KDK’lar yoluna nasıl devam edecek, hedefleriniz neler. Bugün konuştuğumuz bu karanlık düzenden kurtuluş nasıl olacak?

Sayısı şimdilik 57 olan ve hızla çoğalan Kadın Dayanışma Komiteleri heyecan verici bir kararlılıkla yoluna devam ediyor. Yaşamının her alanında düzen tarafından baskı altına alınmış olan kadınları dayanışmaya ve örgütlenmeye davet etmiştik, çağrımız beklediğimizden de büyük bir karşılık buldu. Dayanışmayı ve umudu büyütüyoruz.

Kadın Dayanışma Komiteleri olarak kadınların bügüne dek elde ettiği kazanımlarına sahip çıkıyoruz. Gece yarısı kararnameleri ile bizi durduramazlar. Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvetin yenemeyeceğini bir kez daha göstereceğiz! Sömürüye, baskıya ve şiddete karşı yükselen sesimiz komitelerimizle daha da güçlü. Mahallemizde söz verildiği halde açılmayan kreşin de, şiddete uğrayan kadın arkadaşımızın hukuki sürecinin de, iş yerinde haksızlığa uğrayan kadın işçilerin mücadelesinin de takipçisi olacağız, hesabını da soracağız.

Kadınlara nefes aldırmayan bu çürümüş düzende yaşamayı reddediyoruz. Eşitlik ve özgürlük için Kadınların Kararları’nı yazıyoruz. Sırada kararlarımızı hayata geçirmek var! Çok uzak olmayan bir gelecekte bu kararların hepsinin ve daha fazlasının uygulanacağı aydınlık bir ülkeyi birlikte kuracağız. Kadın Dayanışma Komiteleri aynı zamanda bu günlere hazırlığımızdır.

Kadın Dayanışma Komiteleri’ne katılmak isteyen kadınlar sizinle nasıl iletişim kurabilirler?

Şu anda Ankara, İstanbul, İzmir’de pek çok semtte, Anadolu’da pek çok kentte ve ilçede Kadın Dayanışma Komiteleri aktif çalışmalarını sürdürüyor. TKP büroları ve Semt Evleri’nin olduğu her yerden Kadın Dayanışma Komiteleri hakkında bilgi alabilirler. Ayrıca çalışmalarımızdan haberdar etmek için kullandığımız Komünist Kadınlar sosyal medya hesapları ya da mevcut Kadın Dayanışma Komiteleri’nin sayfaları aracılığıyla bizimle iletişim kurabilirler.

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

pub-1785681847249596 2497439732