Ali Babacan: Kampanyanın adı “Biz bize yeteriz Türkiye“, yetmiyorsunuz işte, sonuçta yalnız ve fakir bir ülke olabiliriz.

Ali Babacan'ın konuşmasından bazı satırbaşları şöyle: “Ekonomiyi vatandaşa sorun” “Aslında ekonomiyi anlamak için en önemli yol vatandaşa sormaktır. Yani çalışanımıza, işçimize, emeklimize, taksi kullanan arkadaşlarımıza, fabrikalarda çalışanlara, tarlalarda çalışan çiftçilerimize sorun, ekonomiyi en güzel aslında size onlar özetler.

Gündem Yayın: 09 Haziran 2020 - Salı - Güncelleme: 09.06.2020 23:33:02
Editör -
Okuma Süresi: 12 dk.
Takip EtGoogle News

Ekonomideki sıkıntılar sanki Kovid-19’la, yani bu koronavirüs salgınıyla ilişkilendiriliyor bugünlerde ben onu görüyorum. Halbuki bu salgın öncesinde de ekonomimizde ciddi sıkıntılar vardı.  Salgın öncesinde de genç işsizlik yüzde 27’yi görmüştü, tarihinde ilk defa o kadar yüksek bir rakamı görmüştü. Merkez Bankasının rezervleri erimişti. Bu salgın öncesinde yıllardır biriktirilen yedek akçe bir günde harcanıp bitirilmişti.

Koronovirüs sonrası ihracat yapacağımız pazarlar kapandı, ihracatımız aksadı. İşsiz kalan çok insan oldu, özellikle küçük işletmeler çok etkilendi. Kayıtsız çalışan TÜİK verilerine göre 9 milyon 300 bin insanımız vardı,  onların önemli kısmı işsiz kaldı. Bunlar gündelikçiler, yevmiyeciler, bahşişle geçinen insanlar.

Özellikle turizm sektörü çok etkilendi, turizm birdenbire kesildi. Ve kültür-sanat faaliyetleri, sanatçılarımız çok etkilendi. Yani özellikle kapalı mekan sektörleri bundan sonraki dönemde de biraz zor olacak, işler zor olacak. AVM’ler kapandı. Dolayısıyla böyle bir salgının ekonomi üzerindeki etkileri kaçınılmaz. Hatta Dünya Bankası dün yayınladı bir rapor. Bu raporda diyor ki; 19. yüzyıldan bu yana, bırakın 20. yüzyılı, aradaki bir yüzyılı, 19. yüzyıldan bu yana en büyük ekonomik krizi görecek dünya diyor. 2008-2009’da dünya ekonomisi yüzde 1 küçüldü, Dünya Bankasının dünkü raporunda yüzde 5 küçülme bekliyorlar bu yıl için.

İkincisi; hükümet bunu nasıl yönetecek, bu çok önemli. Yani kriz olur, her ülkenin başına gelir, ama o kriz döneminde bunu nasıl yönetiyorsunuz, doğru tedbirler alıyor musunuz, doğru adımlar atıyor musunuz?

Yani güvenilen bir yönetim olmak ve dünyada itibarı olan bir yönetim olmak.

Ne kadar paranız olursa olsun güven ve itibarın yerine hiçbir şey geçmez. Milyarlarca dolar para mı, yoksa güven ve itibar mı? Bana göre güven ve itibar.

Güven ve itibar sonsuz sermayedir, sınırsız sermayedir bir ülke için. Şu anda Türkiye’nin en önemli ihtiyacı o, en önemli eksiği o. Ciddi itibar kaybına uğramış durumdayız dünyada ve içeride de ciddi bir güven bunalımı yaşıyoruz. Güven ve itibar olmayınca ekonominin toparlaması mümkün değil. Yani güvenilen bir yönetim gerekiyor.

Peki, güveni nasıl sağlayacaksınız?

  1. Söz vereceksiniz tutacaksınız,
  2. Düzgün programlar açıklayacaksınız,
  3. Doğru ekonomik programlar açıklayacaksınız ve onu gerçekten uygulayacaksınız.
  4. Kurumlarınız sağlam olacak, itibarlı olacak.

Sadece bir kişinin sözü değildir, devlet yönetiyorsanız bu devletin kurumları vardır, bu kurumların tek-tek itibarlı ve güçlü kurumlar olması gerekir. Aynı zamanda kurallı, hukuk bazlı bir yönetim olması lazım. Yani “ben sabah uyandım aklıma bu geldi” diye olamaz.

Şimdi bu koca ülke, 80 milyonluk ülke böyle yönetilemez, yani buna yönetim sistemi de denilemez. Kuralların olması lazım ve hukukun olması lazım. Ve kararların da mutlaka bilim bazlı, akıl bazlı kararlar olması lazım. Yani önce bilim çalışacak, akıl çalışacak, teknik olarak iyi çalışma yapılacak, onun üzerine siz bir siyasi karar oluşturacaksınız.

Bilim Kurulu sadece öneriyor, karar başka yerde veriliyor.”

“Açıklanan veriler güvenilir değil”

“Türkiye’de  verilere güven noktasında da sıkıntı var.

TÜİK  bağımsız bir kuruluş, bütün bağımsız kuruluşlar üzerinde bir siyasi baskının olduğu da bir gerçek,  bu saklanamaz bir gerçek. Ve Hükümetle, iktidarla uyumlu davranılmadığı zaman da, o kurumların başındaki insanların başına neler geliyor onu görüyoruz, yaşıyoruz. Önce Türkiye’nin bu açıklanan veriler konusunda yeniden bir güven sağlaması lazım, yeniden bir itibar sağlaması lazım. Eskiden böyle bir şey sorgulanmazdı.”

“Türkiye dünyaya kapatılıyor”

“Türkiye’nin kapanma lüksü yok. Eğer bizim kendi petrolümüz, doğalgazımız, altın madenlerimiz olsa,  kendi yer altında birikimimiz olsa kapat yönet, olabilir. Hatta daha da otoriteleşebilir o zaman Türkiye, daha da kapatırsınız, nasıl olsa para devlete akar, istediğinizi zengin edersiniz. Şimdi o da yok. Dolayısıyla Türkiye’nin dışarıya açık olmaktan başka bir şansı yok.

Kendi yağımızla kavrulalım. Tencerede pişirelim kapağında yiyelim, fakirleşelim diyorsak ayrı.

2013’te 950 milyar dolarlık milli gelir, bu yıl 650 milyar dolara düşüyor. Kişi başına düşen 12.500 dolardan iniyor 7.500’e, kapatırsanız sonucu bu; bu kaçınılmaz. Şu anda Türkiye kapanıyor, küçülüyor…”

“Herkes düşman, Biz Bize Yeteriz…”

“İçe kapanma ve küçülme şu andaki durum. Çünkü dışa açık yönetemiyorlar, çünkü dışarı açık, o özgüven yok, kim gelirse gelsin karşıma ben burayı yönetirim, ben Türkiye’yim; böyle bir şey yok. Kapatalım, engelleyelim, dış düşmanlarla da vatandaşı korkutalım, kapanmanın sebebini de dış düşman olarak gösterelim. Düşünün ki, 200 daireli bir sitede oturuyorsunuz ve diyorsunuz ki 199 tane düşmanımız var, yani bizim haricimizde herkes bize düşman.

Türkiye’nin şu andaki içine sokulmaya çalıştığı psikoloji bu; herkes düşman, biz bize yeteriz. Şimdi kampanyalarında “biz bize yeteriz Türkiye”, yetmiyorsunuz işte, sonuçta yalnız ve fakir bir ülke olabiliriz.

Otoriter rejimler bunu sever yani kapattığınız zaman daha kolay yönetirsiniz. Çünkü dışarıdan test eden, eleştirenleri duyurmazsınız, medyayı da kontrol edersiniz. Yani serbest düşünce yok, serbest eleştiri kültürü yok. O zaman topyekûn zenginleşme olmaz, ama böyle münferit zenginler türer o ülkede. Yani otoriter rejimler bu sefer kimin zengin, kimin fakir olacağına karar verir, ama ülke topyekûn zenginleşemez.”                                                                                                                                                    

“Gelir dağılımındaki uçurum büyüyor”

“Kapanmanın en önemli sebebi; içeride beceremeyip, kötü yönetip bunun faturasını dışarı kesmek ve özellikle vatandaşlara; dışarıda düşman çok, onun için kapanmalıyız, biz bize yeteriz psikolojisini oluşturmak ve küçülmüş bir Türkiye’yi de otoriter bir tarzda yönetmeye çalışmak. Şu anda ülkenin gittiği yön bu ve bu çok tehlikeli bir yön.

Bunun sonu gerçekten çok kötüdür. Ülkede mutlu vatandaş sayısı azalır, ülkede işsiz sayısı çoğalır, fakirlik çoğalır. Zaten şu anda baktığımızda tüm Avrupa’da gelir dağılımının hemen hemen en bozuk olduğu ülkelerden biri haline düştük. 2002’den 2013-2014’e kadar gelir dağılımı Türkiye’de düzeldi, yani zenginle fakir arasındaki uçurum azaldı. Ama 2013-2014’den bu yana bakıyoruz, o uçurum tekrar artmaya başladı. Zengin daha zengin, fakir daha fakir olmaya başladı Türkiye’de. Bu yazıktır, günahtır, Türkiye bunu hak etmiyor. Ve bunun tek sebebi kötü yönetim, başka bir şey değil.”

“Ayasofya’yla ilgili karar siyasi bir karardır”

“Bizim için İstanbul çok çok kıymetli, yani İstanbul dünyanın başkenti, İstanbul’u fetih eden Fatih Sultan Mehmet bizim değerimiz, tarihimiz. Atalarımız çok çok kıymetli, bu tartışılmaz bir konu, toplumumuz için de öyle, zaten onun için o kadar hassas konuları böyle gündeme getirip açıkçası kullanmak istiyorlar. Ayasofya’yla ilgili karar siyasi bir karar yargı kararı değildir bakın siyasi bir karardır ve kendi topraklarınız içerisindeki yerle ilgili egemen bir ülke kendi kararını kendi verir. Ama konunun kuşkusuz bir tarih boyutu vardır, bir kültürel boyutu vardır, bir uluslararası ilişkiler boyutu vardır, çok boyutlu bir mesele. Ama nihayetinde bu bir siyasi karar, kimse öyle yargıya falan devretmesin, yargıya ihale etmesin işi, Meclis’e de ihale etmesin kimse, bu bir siyasi karar. Zamanında müze olması da siyasi karar, daha sonra farklı bir şey olursa o da bir siyasi karar olacaktır başka bir şey değildir bu.”

“İktidardan ümidimiz olsaydı, yeni bir parti kurmazdık”

Şu andaki yönetimin, şu andaki iktidarın işi zor açıkçası. Çünkü güveni kazanmak zamanla olur, basamak-basamak, tuğla-tuğla inşa edersiniz. Ama güven çok hızlı kaybedilir, hele hele kaybedilmiş güveni tekrar sağlamak ise çok zordur. Zaten bizim eğer şu andaki iktidardan ümidimiz olsaydı, yani bunlar bu işi toparlar düzeltir deseydik, o zaman biz yeni bir parti kurmazdık açıkçası. Çünkü mevcut iktidarla Türkiye’nin artık gideceği bir yer olmadığını gördük, ciddi bir zihniyet değişikliği gerekiyor dedik, yepyeni genç kadrolar gerekiyor dedik. Ve bu genç insanların, özellikle de kadınların sisteme girmesiyle ve tüm Türkiye’yi kucaklayıcı politikalarla ancak Türkiye’nin çıkışı var diye düşünüyoruz. Genel Merkez Yönetim Kurulu şu anda yüzde 35 kadın ve bütün illerde, ilçelerde bu yüzde 35’i arıyoruz. Siyasi kota koyan siyasi partiler içerisinde en yüksek kota bizde. Ve gençlerde yüzde 20engelli kotası olan tek siyasi parti de biziz.”

“Kadın cinayetleri Türkiye’nin çok büyük bir yarası”

Türkiye’nin çok büyük bir yarası maalesef kadın cinayetleri. Bu konuda öncelikle siyasi duruş çok önemli, yani siyasi üslup çok önemli. Ülkenin en tepesinden gelen o yönetim üslubu yani böyle nefreti pompalayan, düşman üreten, gerginliği besleyen bir üslup mu var, yoksa daha kucaklayıcı, barışçıl bir ton mu var? Öncelikle bu önemli. Çünkü siyasi üslup, siyasi dil toplumu etkiliyor buna çok dikkat etmek lazım birincisi bu. İkincisi, bu aynı zamanda kültür ve toplumla ilgili bir konu. Burada da mutlaka rol modellere ihtiyaç var. Yani toplumda görünürlüğü olan, toplumun izlediği, takip ettiği herkesin bu konularda çok sert bir duruş ortaya koyması lazım. Asla müsamaha yok, aması, fakatı yok bu işin. Kategorik olarak “biz buna karşıyız ve biz bununla mücadele edeceğiz” diye bir irade konulması lazım ortaya. Yani toplumda görünürlüğü olan, rol model niteliği taşıyabilecek kim var, kim yoksa herkesin bu kadın cinayetleri konusunda, kadına şiddet konusunda kategorik bir duruş ortaya koyması lazım. Yalnız şunu da söyleyeyim, bu sadece Türkiye’nin problemi değil, dünyada da sorun.

Biz bir grup eski Dışişleri Bakanı olarak Birleşmiş Milletlere bir mektup hazırladık, birkaç güne yayınlanacak o mektup. Birleşmiş Milletlere göndereceğiz ve orada 5 tane Birleşmiş Milletler’e önerimiz, 5 tane de ülke liderlerine önerimiz var, çağrımız var. Oo çağrılardan bir tanesi de bu mesele. Çünkü özellikle eve kapanıldığında aile içi şiddet artıyor, bu Türkiye’de de böyle, başka ülkelerde de böyle.”

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

pub-1785681847249596 2497439732